ZİNCİR
Bir çocuk olduğum ânı hatırlamıyorum ama bir canavara dönüştüğüm o an, dün gibi aklımda.
Müzik kutusundaki balerin, anılarımın içinde tek bacağının üzerinde yükselmiş, bana sadece öldürme arzusunu ve öldürülme korkusunu aşılayan o müziğe eşlik ederek usulca dönmeyi sürdürüyordu.
Katil değildim, olmayacaktım, olduramayacaktı, saldırıları boşaydı.
Boşa mıydı? O zaman neden iki elim, iki farklı cebimde, bir bıçağı ve bir kâğıdı içimdeki öldürme arzusu ve öldürülme korkusuyla sıkıca kavrıyordum?
Ruhumu ini yapan canavar bir defa daha gözlerini açıp, zihnimden dökülen kelimeleri sakince okumaya başladı. Bıçağın sapını daha sıkı kavradım. Öldürme ihtiyacı boğazımda sıkışıp kalan, eğer ciğerime inmezse beni boğacak bir nefes gibiydi. Öldürülmeden çıktığım geçmişe borçlu hissettiğim için mi yoksa geçmişin boğazını kesip sesini susturmak istediğim için mi bu bıçağı sıkıca kavrıyordum; işte o gece bunu ben de bilmiyordum.
Bomboştum, ruhum kaybolmuştu, ruhumu hissetmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki, onun olması gereken yerin bir canavarın inine dönüşmesine göz yummuştum.
Hatırlıyorum. Müzik kutusunun içinde dönen balerini izlediğim o soğuk aralık gecesini hiç unutmadım. Kaç yaşında olduğum konusunda bir fikrim yok, sanki çocukluğuma ait tüm yaşlar hafızamın içinde kaybolmuş ve ben hiçbir zaman bir çocuk olmamışım. Ama bir çocuk bedeniyle yaşadığım her kâbusu hatırlıyorum.
Önüme aldığım müzik kutusuna bakarken, bir önceki gece patlattığı dudağımdaki acıya rağmen tebessüm ettiğimi hatırlıyorum. Oysa bu tebessüme rağmen, dudağımdaki acıdan dolayı değil, içime usul usul ekilen nefret tohumları yüzünden kaşlarım çatılıyordu.
Kapının kolu çökerken kalbimin de göğsümün içinde çöktüğünü hatırlıyorum. Müzik kutusunun kapağını kapattım ve dik bir şekilde oturdum, çünkü onun önünde dik durmazsam beni daha çok ezeceğini biliyordum.
Anılarımın içinden, “Ne lan senin o elindeki?” diye sorduğunda ben yeniden o odadaydım, yerde oturuyordum, müzik kutusunun kapağını kapatmıştım, yeniden o çocuktum.
“Hiç,” deyip, gözlerimi ona çevirdiğimde, işte orada, bir çocuğun gözlerinde, ölme korkusu ve öldürme arzusu vardı. Meydan okumamı gördüğünü biliyordum. Bu meydan okumayı küçümsediğini de biliyordum.
“Ver elindekini.”
Gözlerimi ondan çekmedim. Birbirimize baba ve oğlu gibi değil, iki düşman gibi baktık o gece. Diğer tüm geceler olduğu gibi…
Aniden eğildiğini hatırlıyorum. “Ver dedim sana lan!” diye bağırdı ama irkilmedim. Küçük çocuklar, bir müddet sonra çok fazla maruz kaldığı şeylere karşı tepki vermeyi bırakıyordu. Ağır ağır yumup geri açtığım gözlerimde ona karşı sarsılmaz bir nefret vardı. Görüyordu. Biliyordum. Müzik kutusunu ona uzatırken tek istediğim çenesini kesmesiydi. Müzik kutusunun kapağını açtığında, az önce kulağıma hoş gelen ama sonrasında tüm hayatım boyunca duymaya devam edeceğim ve içimdeki canavarı besleyecek o melodi dışarı dökülmeye başladı.
Aşağılayıcı bakışları, burnundan verdiği alaycı nefesiyle birleşti ve gülerek, “Oturmuş karı gibi buna mı sırıtıyordun yani?” diye sordu. Sorusuna tepki vermedim. Sadece ona dik dik baktım. Bu onu öfkelendirdi. “O yüzünü dağıtırım senin. Dik dik bakma bana. Cevap ver.”
“Bazen ne düşünüyorum biliyor musun, baba?” diye sorduğumda, soracağım sorunun bende yaratacağı tahribatın farkındaydım. Ama yine de sordum. “Dedem seni değil de ölmüş amcamı daha çok sevdiği, o adam ölmüş olduğu hâlde onu daha çok bağrına bastığı için mi böyle oldun sen?”
Tüm sesler sustu.
Susmayan sadece müzik kutusunun sesiydi.
Terazinin bir ucunda çocukluğum, bir ucunda dönüşeceğim canavar duruyordu ve tam şu an, biri ağır basmak üzereydi.
Yüzüme fırlatılan müzik kutusunun yarattığı acıyı hatırlıyorum. Yüzümden yere düşerken müzik kutusu artık tek parça değildi. Yere eğildim, acıyan yüzümü kapatmaya çalıştım, çünkü onun durmayacağını biliyordum, çünkü bir kez başladığında asla durmazdı. Benim babam böyle bir adamdı.
Vurdu. Sırtıma. Sırttan düşmanı vurur insanın. Babam düşmanımdı, artık daha iyi anlıyordum. Hayranlıkla izlediğim o balerin, şimdi kâbuslarıma konu olacak kadar sert bir şekilde sırtıma saplanıp çıkarken, balerinlerin bıçaklardan keskin olabileceklerini düşündüğümü hatırlıyorum.
“Kurşun Asker masalını çok seviyordun, değil mi?” diye bağırırken o gece şiddetin dozunu daha da arttıracağını biliyordum. Uyuşmuştum. Sadece darbeleri kabul ediyor, onun sözcüklerini kafamın içine mıh gibi kazıyordum. “Balerinler senin gibilerle olmaz. Sen eksik ve hasarlısın, zavallısın ve benim gibi bir canavarsın. O çok sevdiğin Kurşun Asker masalındaki asker gibi bacağını kopartmamı ister misin? Senin şu çırpı bacaklarını koparacağım!” Bu cümleler geçmişin içinden geleceğe bile izlerini uzatacak kırbaç vuruşları gibiydi.
Geçmişin içinde, tek bacağının üzerinde duran bir kurşun asker, müzik kutusunun içinde usul usul dönen balerini izlemeye devam ediyordu. Müzik kutusunun içinden yayılan o sesi duyuyordum. Karanlık sokakta yere düşen her bir adımımda, mermi gibi yağan yağmurun altında, her an, her saniye, huzursuzca daldığım uykularımda bile ben o müziğin sesini duymaya devam ediyordum.
Sis ve yağmur, birbirine karışan iki yabancı nefes gibiydi. Ve çok geçmeden, bir çarpma sesi duydum ama bu beni durdurmadı, içimde bir merak bile uyandırmadı. Duyduğum tek bir ses vardı. O da yıllardır bana eşlik eden o melodiydi.
Ta ki bir kadının sesi, o melodiyi susturana kadar.
Önce sessizce, “Yardım edin,” dedi. Daha sonra, melodinin birden dağılıp kaybolmasına neden olacak şekilde, “Yardım edin!” diye bağırdı ve sessiz kalbim şiddetle çarpmaya başladı. Adımlarımı yavaşlatmak istedim ama buna engel olamadım, yetişmem gereken bir yer vardı, kaosu yaratmasına izin vermem gereken bir canavar vardı.
Bu gece ya ölecektim ya da öldürecektim. Katil değilsin sen, katil değilsin… Cebimdeki bıçağı daha sıkı kavradım. Cebimdeki kâğıdı da daha sıkı kavradım.
Birden, o melodinin sesini kesen çığlıkların sahibi öyle bir cümle kurdu ki, zaman durdu.
“Paltonuzu portmantodan alırken, kalbinizi evde mi bıraktınız? Göğsünüzü boş mu unuttunuz? Ne olursunuz, yardım edin!”
Bir şeyler daha söyledi ama hiçbir şey, bu söyledikleri kadar dikkatimi çekmedi.
Omzumun üzerinden ona baktım.
Anılarımın içindeki balerin işte tam da oradaydı, çocukluğumun sırtına bıçak olup batmamış, kanımın rengine boyanmamış gibi tüm beyazlığıyla orada, yaralı bir köpeğin önünde duruyordu.
Bu, kurşun askerin, balerini gördüğü ilk andı.
⛓️
🎧: Michael Ortega, Memories