2007, Halfeti
Tüm gökkuşakları, gökyüzü tüm gözyaşlarını döktükten sonra çıkar.
Şadırvanda oturan genç adam, avucunun içinde tuttuğu fotoğrafa bakarken gözlerine çöken kan denizi, az evvel döktüğü gözyaşlarının dalgalarından sonra nihayet durulmuştu. Fotoğrafta geçmişe meydan okuyan iki erkek çocuğu vardı.
Oysa geçmiş, enselerindeydi.
Erkek çocuklarından büyük olan, küçük olanın omzuna attığı kolundaki şefkati gizleyememişti; ikisinin de üzerlerinde bayramlıkları vardı. Gözlerinin kısılmasına neden olan o neşe, kadraja öyle güzel yansımıştı ki, zaman tavanında durduğu yüksek binadan kendini sırtüstü boşluğa bıraktığında, anılar etrafa tıpkı bir romanın yırtılmış sayfaları gibi saçılmaya başladı.
“Bedirhan!” diye çağlayan kükreme sesi bir aslanın avı parçalayan ağzından değil, babasının dudaklarından dökülmüştü. Kafasını kaldırdı, bahçelerindeki süs havuzunun içinde ölü yapraklar yüzüyordu. Kimisi kızıl, kimisi sarı, kimisi kahverengi olan yaprakları izlemeye koyulduğunda, babası bir defa daha yeri göğü inletti. “Bedirhan!”
Babası taş bahçede yürümeye başladı. Yaşlı adam uzun boylu, uzun kır sakallı, önünde hafif göbeği olan bir ağaydı. Ayağındaki siyah şalvarın üzerinde her sabah giydiği yeleğin yünlerinden tüyler yapışmıştı.
Oğlunun şadırvanda oturduğunu görünce, “Tu nayê bîrê xwe bibî. Tu dijminê rêya xwe bûyî. Mêr nabîn bi teras, bi ax, bi weswasê! Em rêya şerê bijartin, ne rêya kaçan. Bi rû be! Bi şeref be! Ez ji te hêvî kirim. Ez te mêr dizanim, ne qehbe! Ev êhna xwe ye… her kuştî, her carî! Tu divê bisekinî! Tu divê bibî mêrê malê!” diye bağırdı, sesi titrememişti, sesi yalpalamamıştı, sesi doğrudan oğlunu hedef almıştı. (Kardeşini unutamazsın. Kendi yolunun düşmanı oldun. Erkek korkuyla, inlemeyle, kuruntuyla adam olmaz! Biz savaş yolunu seçtik, kaçış yolunu değil. Yüzün olsun! Şerefin olsun! Ben sana güvendim. Seni adam bildim, namussuz değil! Bu senin kaderin… Ölümüne de olsa, sonuna kadar! Ayağa kalkmalı, bu evin erkeği olmalısın!)
“Baba, yeter yeter!” dedi Bedirhan üzerine basa basa. “Şimdi değil. Şimdi sırası hiç değil! Sana dedim, olmaz dedim, yakışık almaz dedim!”
“Yakışık almayan senin ettiğin ödleklik, kahpe! Ne demek şimdi değil? Konuşulacaklar var! Yürü, seni bekliyoruz hepimiz!”
“Ağabeyimin üzerindeki toprak soğumadı baba!” diye bağırdı Bedirhan, babasının aksine pürüzsüz aksanı vardı. Parlayan ela gözlerini babasının yüzüne dikti.
“Ağabeyin, atan öldü!” diye bağırdı babası karşılık olarak. Şadırvan kafasına yıkılsa, böyle hissetmezdi, biliyordu. “Artık bu konağın ağası sensin, bu işler benden geçti, sıra senindir! Şimdi erkek gibi, kalk! Başımıza geç! Yakışık alanı budur!”
“Baba olmayacam,” dedi birden kabaca. “Ben ağa da olmayacam, Nazar yengeme koca da olmayacam!” Üzerine bir bir basmıştı kelimelerin. “Ben okuyacam, üniversiteye gidecem. Ağabeyim dedi, oku dedi, büyük adam ol, dedi. Sana yemin olsun, ben büyük adam olacam.”
“Ha? Yengen ne olacak o zaman? Biz nolacaz? Bedirhan? De bana, nolacaz biz?” diye sordu babası, solgun güneş babasının alnında küçük ter damlaları oluşturmuştu. Bedirhan bir an Nazar’ı düşündü. Halfeti’nin karagülü Nazar’ı… Bir süre sustu, Nazar’ın gelinliğini kaplayan kanı, ağabeyinin gözlerindeki son bakışı hatırlayınca oturduğu yerden birden saman alevi gibi fırladı.
Hızlıca babasının yanından geçti. Ağıtların yükseldiği konağın taş merdivenlerini bir çırpıda tırmandı. Üst kattaki taş terasta ilerlerken gözleri bebeğiyle oynayan küçük kız çocuğuna kaydı, kız çocuğu terastaki döşekte oturmuş, her şeyden habersiz görünüyordu. Bakışlarını konağın ahşap kapısı açık salonuna çevirdi Bedirhan. Salonun zeminindeki kırmızı minderde oturan annesini, ardından da yengesi Nazar’ı görünce birdenbire sırtından soğuk terler boşalmaya başladı.
“Yapamam ana,” dedi Nazar ağlamaklı sesiyle. Bedirhan’ın yüreği, kaburga kemiklerinin arasına sıkışmış gibi ağrıyordu. Gözlerini kısarak Nazar’a baktı, Nazar onu görmedi, Nazar onu hiç görmezdi. “Kardeş onlar. Benden Bedirhan’ın koynuna girmemi nasıl beklersiniz? Nasıl karılık ederim ona ben? Edemem ana…”
Bedirhan duraksadı. Gözleri iri iri açılırken, Nazar’ın kendisine karı edileceğini duymayı beklemediği için yüreğindeki ağrının katlanarak çoğaldığını hissetti.
Nasıl olurdu? Ağabeyinin üzerini örten toprak bile hâlâ yüreği kadar sıcakken, düğünü daha üç gün önce olmuşken ve toprak düğün gecesi aldıkları canını ertesi gün içine örtmüşken, nasıl olurdu da Nazar’ı Bedirhan’a eş yapmayı düşünebilirlerdi?
“Bedirhan ağa olunca onun kapısı olmak sana düşer,” dedi Bedirhan’ın annesi, sesi ağlamaklıydı. Bedirhan bir adım geriledi, duyduklarını kabullenemiyordu. Böyle bir töreyi kabullenemiyordu.
Keşke, dedi içinden. Keşke abim yerine ölen ben olsaydım. Keşke bu hayata mahkum edilen Bedirhan’ı öldürmenin bir yolunu bulsaydım.
🎧: Xece, Şox û Şengê